Psikoloji ve Bilimsellik Üzerine

Karl Popper (1902-1994), bilimsel olan yaklaşımların “test edilerek” çürütülebilme olasılığına sahip olduğunu, bilimsel olmayan yaklaşımların ise çürütülebilme olasılığına sahip olmadığını ifade ederek “bilimselliğin” tanımına yeni ve önemli bir bakış açısı getirmişti. Bu doğrultuda, psikoloji ile ilgili -kendi dönemindeki- yaklaşımları ise sertçe eleştirmişti. Popper’in bilimsellik konusundaki eleştirilerini, kaynağını yazımın sonunda verdiğim kitaptan alıntılar yaparak kendi ifadeleri ile aktarmak istiyorum:
“… Dikkatimden kaçmayan en belirgin özellik, teorileri ‘doğrulayan’ gözlemlerin bir türlü bitmek tükenmek bilmez çokluğuydu… Freud’cu analistler klinik gözlemlerinde teorilerini sürekli doğrulayıcı kanıtlar bulduklarını söylüyorlardı. Adler’e gelince, kişisel bir yaşantım durumu açıklamaya yeter: 1919’da teorisine pek uymayan bir olayı iletmiştim ona. Oysa o, söz konusu olayı kendi teorisiyle açıklamada en küçük bir güçlük görmedi; olayın kahramanı çocuğu bir kez olsun görmeden ‘aşağılık duygusu’ deyip işin içinden çıktı. Bundan nasıl emin olabileceğini sorduğumda, “çünkü” dedi, ‘böyle bin tane deneyimim var.’ Kendimi tutamayarak, ‘bu olayla deneyiminiz bin bir oldu öyleyse,’ dedim. Adler için her olgu, teorisini doğrulayan bir kanıt olarak yorumlanabilirdi. Acaba, Adler’inki, Freud’unki türden teorilere uymayan gözlem olabilir miydi? İnsan davranışı ile ilgili birbirinden çok farklı iki örnek vererek demek istediğimi açıklayayım: Örneğin birinde, boğmak amacıyla bir çocuğu suya iten biri var; ötekinde, tam tersine, çocuğu kurtarmak için boğulmayı göze alan bir başkası var. Birbirine zıt düşen bu iki davranışı hem Freud’un hem de Adler’in teorisine dayanarak açıklamak olanaklı. Freud’a göre, adamlardan ilki Oidipus kompleksinin bir öğesi olan ‘represyondan (baskılama)’ muzdariptir; ikinci adam ise ‘sublimasyona (yüceltme)’ erişmiştir. Adler’e göre ise, her iki adam da ‘aşağılık kompleksinin’ etkisinde davranmıştır; şu farkla ki, biri cinayet işleyebileceğini, diğeri yüce bir eyleme yetenekli olduğunu kendine ispatlama gereksinimi duymuştur. Gerçekten, bu teorilere aykırı düşecek bir davranış düşünülemezdi. Bu teorileri tutanların gözünde de teorilerin sağlamlığı her şeyi açıklar görünümlerindeki güçten ileri geliyordu. Oysa bana göre görünürdeki bu güç, onların en zayıf yanıydı…”
Evet, Popper, kendi alanlarında olup biten hemen her şeyi açıklayabilir güçte görünen bu teorileri ciddi bir şekilde eleştiriyor. Bu teorileri -aynı kaynakta- bilimden çok, ilkel efsanelere ve astrolojik yaklaşımlara benzettiğini de ifade ediyor. Aynı zamanda, bu teorilere bir kez inanınca, artık her şeyin bir açıklık kazanmakta olduğunu ve dinde de olduğu gibi yanıtsız herhangi bir sorunun kalmadığını vurguluyor. Popper’in özellikle bu vurgusu, şahsen bana da çok tanıdık ve uygun geliyor. Düşünün ki yaşamınızın bir döneminde psikanalitik yaklaşıma, diğer bir döneminde varoluşçu yaklaşıma daha yakın hissetmişsiniz. Psikanalitik yaklaşımı benimsediğiniz dönemde, kendi hayatınızdaki ve/veya çevrenizdeki bireylerin hayatlarındaki neredeyse tüm sorunların kaynağını bu kuramda görmüşsünüzüdür. Oysaki, az bir zaman önce hayattaki pek çok şey varoluşçu kuram açısından bakıldığında da açıklanabilirdi… Bu düşünceleri ve karmaşayı şahsen yaşadığımı söylemeliyim. Tıpkı bir iktisatçının, tüm yaşantısında iktisattan izler bulması gibi…
Bilimsellik tartışmalarında dikkate değer bulduğum bir soru(n) da şudur: Bilimsellik “nitelik” mi bildirmelidir, yoksa bir “sınıf” mı? Yanılmıyorsam İngiliz toplumunda bilim, tıpkı bizde olduğu gibi nitelik (yani, bir şey bilimselse iyi ve doğrudur, değilse kötü ya da yanlıştır) bildirir şekilde algılanır. Bu nedenle toplumumuzda, dini kuralların doğrulanma/haklı çıkarılma çabası gibi pek çok süreçte “bilimsellik süzgeci” aktif rol oynar. Ancak, Amerikan ve Alman toplumu için bilimsellik, bir “sınıf” bildirir. Başka bir deyişle, bilimsel olan -bizde olduğu gibi- iyidir ya da doğrudur şeklinde bir algı uyandırmaz; yalnızca, bilimsel olanlar ve olmayanlar şeklinde bir sınıf algısı uyandırır.
Bilimselliğin bir nitelik olarak algılanması belki de, tarihinde akılcı düşünceden (bilimsellikten) uzak kalarak uzun yıllar acı çeken toplumların bilinçsiz bir şekilde ortaya koyduğu bir reflekstir, kim bilir…
Psiyazar Evren HOŞRİK